Eğitim ve öğretime, bilgi ve bilime farklı bir bakış; MÂNÂ-YI İSMÎ yerine MÂNÂ-YI HARFİ ile bakış. Açık kaynak bir eğitim sitesi. A different perspective on education and teaching, knowledge and science; glance with the LETTER MEANING instead of the NAME MEANING. Open source education site.
Yes, how could the One who beautifies the faces of roses and flowers not create lovers of admiration for those beautiful faces from among bees and nightingales And the One who creates beauty in the beautiful faces of beauties certainly also creates those who long for that beauty. – From the Risale-i Nur Collection – Mesnevî-i Nuriye – Zerre
“Know, O noble one!
In this Divine exhibition established on the surface of the world, where decorations, perfections, beautiful scenes are displayed, and the grandeur of Lordship and the magnificence of Divinity are revealed, there must be an observer, a wanderer, an admirer, and a contemplative being who sees these beauties, finds delight among those scenes, and admires those marvelous designs and adornments with reflection.
Then, from this exhibition, he should move on to the majesty of his Maker, to the power and perfections of his Owner, and with awe at His grandeur, prostrate in wonder.
The one who fulfills this duty is the human being. For though man is indeed an ignorant, limited being, he possesses such potential that he is worthy of being a model and a sample for the universe.
And within that human being, a trust has been left as a deposit, which allows him to find and unlock the hidden treasure.
Moreover, the capacities within him have not been limited; rather, they have been left unrestricted.
Based on this, he possesses a kind of universal consciousness with which he perceives the splendor and grandeur of the Eternal Sovereign.
Indeed, just as the beauty of the beloved necessitates the gaze of the lover, the Lordship of the Eternal Artist also requires the gaze of mankind, so that he may behold with wonder and reflect with admiration and appreciation.
Indeed, the One who beautifies the faces of roses and flowers—would He not create lovers of admiration for those beautiful faces from among the bees and the nightingales?
And the One who creates beauty in the beautiful faces of the beautiful, surely He also creates those who long for that beauty.
Likewise, the Owner of the Kingdom, who adorns this world with so many ornaments, patterns, and miracles, will certainly, most certainly, not leave those marvelous, antique, miraculous scenes and adornments without spectators, observers, lovers, those who are longing, and knowledgeable heralds.
Thus, due to his comprehensive nature, the perfect human has become both the ultimate purpose for the creation of the heavens and the fruit and result of the creation of the universe.”
Source:
Risale-i Nur Collection, Mesnevi-i Nuriye – Zerre, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., March 2012, Istanbul.
Evet, gül ve çiçeklerin yüzlerini güzelleştiren Zât, nasıl o güzel yüzlere arılardan, bülbüllerden istihsan âşıkları icad etmesin Ve güzellerin güzel yüzlerinde güzelliği yaratan, elbette o güzelliğe müştakları da yaratır. – Mesnevî-i Nuriye – Zerre
İ’lem eyyühe’l-aziz!
Sath-ı âlemde kurulan şu sergi-yi İlâhîde teşhir edilen tezyinâta, kemâlâta, güzel manzaralara ve rububiyetin haşmetiyle ulûhiyetin azametine bir müşahit, bir mütenezzih, bir mütehayyir, bir mütefekkir lâzımdır ki, o güzellikleri görsün, o manzaralar arasında tenezzüh etsin, o harika nakışlara, ziynetlere tefekkürle hayran olsun. Sonra o sergiden Sâniinin celâline, Mâlikinin iktidar ve kemâlâtına intikal ile Onun azametine secde-i hayret etsin. Bu vazifeyi ifa edecek, insandır. Çünkü, insan gerçi cahil, zulmetli birşeydir, amma öyle bir istidadı vardır ki, âleme bir enmuzeç ve bir nümune olmaya liyâkatı vardır. Hem o insanda öyle bir emânet vedia bırakılmıştır ki, onunla gizli defineyi bulur, açar. Hem o insandaki kuvvetler tahdit edilmeyerek mutlak bırakılmıştır. Buna binaen, küllî bir nevi şuur sâhibi olur ki, Sultan-ı Ezelin azamet ve haşmetinin şâşaasını idrak ediyor.
Evet, mâşukun hüsnü, âşıkın nazarını istilzam ettiği gibi, Nakkaş-ı Ezelînin
âlem: dünya, kâinat, bütün yaratılmışlar Aleyhissalâtü Vesselâm: Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsun âşık: şiddetli seven azamet: büyüklük, yücelik beyan etme: açıklama binaen: -dayanarak binaenaleyh: bundan dolayı celâl: büyüklük, azamet, haşmet dellâllık: ilân edicilik enbiya: nebiler, peygamberler enmuzeç: örnek, fihriste enzâr-ı âlem: dünyanın bakışları, dikkatler ihak ve hakikat: asıl, gerçek ve doğru hakaik: hakikatler, esaslar hakikat: asıl, gerçek, doğru haşmet: büyüklük, görkem, azamet hüsün: güzellik i’lem eyyühe’l-aziz: ey aziz kardeşim bil ki! ifa etmek: yerine getirmek iktidar: güç, kudret intikal etme: geçme; anlama, kavrama istidad: kabiliyet, yetenek istilzam etmek: gerektirmek kâinat: evren, bütün yaratılmışlar kemâlât: mükemmellikler, kusursuzluklar küllî: genel, kapsamlı; bütün fertleri içine alan tür
liyâkat: hak etme, lâyık olma Mâlik: görünen ve görünmeyen her şeyin gerçek sahibi olan Allah mâşuk: aşık olunan kimse, sevgili merâtib: mertebeler, dereceler mücmel: öz, özet müşahit: tanık, şahit, delil mütefekkir: varlıklar üzerinde etraflıca düşünüp Allah’a ulaşan aydın, düşünür mütehayyir: hayrete düşen, hayrete kapılan mütenezzih: tenezzüh eden, gezen, seyreden mutlak: kayıtsız, sınırsız nakış: işleme, süsleme Nakkaş-ı Ezelî: her şeyi san’atlı ve mükemmel bir şekilde nakış işleyen, varlığının başlangıcı olmayan Allah nazar: bakış, dikkat nevi: çeşit, tür nisbet: ölçü nübüvvet-i Ahmediye: Hz. Muhammed’in (a.s.m.) peygamberliği nümune: örnek, misal rububiyet: Rablık; herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması
Sâni: her şeyi san’atla ve mükemmel bir şekilde yaratan Allah şâşaa: gösteriş, göz alıcılık, parlaklık sath-ı âlem: kâinat ve dünya zemini secde-i hayret: hayret secdesi sergi-yi İlâhî: Allah tarafından olan sergi Sultan-ı Ezel: sonsuz otorite ve hâkimiyet sahibi ezelî Sultan, Allah şuur: bilinç, anlayış, idrak tafsilât: ayrıntılar, detaylar tahdit edilme: sınırlanma, sınırlandırılma tefekkür: varlıklar üzerinde Allah’a ulaşmayı netice verecek şekilde etraflıca düşünme tenezzüh: gezinti teşhir etme: sergileme tevhid: birleme; herşeyin bir olan Allah’a ait olduğunu bilme ve inanma tezyinât: süslemeler ulûhiyet: ibadete ve itaat edilmeye lâyık olma, ilâhlık; Cenab-ı Allah’ın ilâhlığı vedia bırakılma: emanet edilme, ödünç verilme ziynet: süs zulmetli: karanlıklı
rububiyeti de insanın nazarını iktizâ eder ki, hayret ve tefekkür ile takdir ve tahsinlerde bulunsun.
Evet, gül ve çiçeklerin yüzlerini güzelleştiren Zât, nasıl o güzel yüzlere arılardan, bülbüllerden istihsan âşıkları icad etmesin?
Ve güzellerin güzel yüzlerinde güzelliği yaratan, elbette o güzelliğe müştakları da yaratır.
Kezâlik, bu âlemi şu kadar ziynetlerle, nakışlarla tezyin eden Mâlikü’l-Mülk, elbette ve elbette o harika, antika, mu’cize manzaraları, ziynetleri, seyircilerden, müşahitlerden, âşık ve müştaklardan, ârif dellâllardan hâli bırakmayacaktır. İşte, câmiiyeti dolayısıyla insan-ı kâmil, halk-ı eflâke ille-i gaiye olduğu gibi, halk-ı kâinata da semere ve netice olmuştur.
abd: kul âlem: dünya, kâinat ârif: bilgide ileri olan, bilen âzâ: organlar bilhassa: özellikle burhan: güçlü ve sarsılmaz kesin delil, kanıt câmiiyet: kapsamlılık delâlet etmek: delil olmak, göstermek dellâl: duyurucu, ilân edici Ehad: her bir varlık üzerinde birliğinin izleri görünen ve bütün kemâl sıfatların sahibi olan bir Allah eşya: şeyler, varlıklar Hakîm: herşeyi hikmetle belirli fayda ve gayelere yönelik olarak mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratan Allah hâlî: boş, ıssız Hâlık: her şeyi yaratan Allah halk-ı eflâk: feleklerin, kâinatın yaratılışı halk-ı kâinat: kâinatın yaratılışı, yaratılması hikmet: amaç, gaye, hedef; herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yapılması i’lem eyyühe’l-aziz: “Ey aziz kardeşim bil ki!”
icad: var etme, yaratma ihtiyar: dileme, istek, irade iktizâ etmek: gerektirmek ille-i gaiye: asıl gaye; elde edilmesi için çalışılan gaye insan-ı kâmil: mükemmel, olgun insan istifade: faydalanma, yararlanma istihsan: beğenme, güzel bulma keyfiyet: durum, nitelik kezâlik: bunun gibi mahlûkat: yaratılmışlar, yaratılmış varlıklar Mâlikü’l-Mülk: görünen ve görünmeyen her şeyin gerçek sahibi olan Allah mu’cize: bir benzerini yapmakta başkalarının aciz kaldıkları olağanüstü şey Muhtar: ihtiyar ve irade sahibi Allah muntazam: düzenli müşahit: gören, seyreden, seyirci müştak: aşık, çok arzulu ve istekli nakış: işleme nazar: bakış, dikkat nefis: bir kimsenin kendisi rububiyet: Rablık; her bir varlığın yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeylerin verilmesi, onların terbiye edilip idare ve egemenlik altında bulundurulması
Sâni: her şeyi san’atla ve mükemmel bir şekilde yaratan Allah şehadet etmek: şahitlik etmek, delil olmak semere: meyve, netice şiddet-i muhabbet: aşırı sevgi tahsin: beğenme, birşeyin güzelliğini dile getirme takdir etme: beğeniyi dile getirme tefekkür: Allah’ı tanımayı sonuç verecek şekilde varlıklar üzerinde etraflıca düşünme tehalüf: birbirinden farklı olmak temasül: birbirine benzeme tevafuk: uygunluk, denk gelme tezyin etme: süsleme vahdet: birlik, teklik Vâhid: Zâtında, sıfatlarında, isimlerinde, işlerinde ve hükümlerinde asla ortağı, benzeri ve dengi olmayan ve herşeyi birliğiyle kuşatan Allah zâlim: zulmeden, acımasız, başkasının hakkına tecavüz eden Zât: kimse, Allah ziynet: süs
KAYNAK
Risale-i Nur Külliyatı, Mesnevî-i Nuriye – Zerre, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.